7 Nisan 2015 Salı

YER GÖSTERİCİ MELEKLER

Ne açan rengarenk çiçeklerin kokusu.. Ne cıvıldayan gençlerin neşesi…  Ne de ağaçları keşfe çıkan kuşların sesi…Hiç biri tek başına İstanbul’a baharın geldiğini anlatmaya onun kadar muktedir değildir. Adeta İstanbul’a düşen 4. cemredir İstanbul Film Festivali… Baharla birlikte uzak iklimlerdeki insanların sıcaklığını şehrimize getiren, buz tutmuş yüreklerimizi yeniden ısıtan bir şenlik ateşidir o…

Şükürler olsun,  bu yıl da şehrimize bahar geldi. Şükürler olsun bu yıl da gördük çiçeklerin açtığını… Nasıl ki film festivali 34 yıldır baharın en büyük müjdeleyicisi olmuşsa…  Festivalin coşkusunu hissetmemize sebep de daima o gülen gözler oldu… Elimizdeki biletin kim bilir hangi gizemli dünyaya aralayacağı o kapıda bizi karşılayan daima onlardı.

Amellerimize bakıp hangi kapıdan geçmemiz gerektiğini söyleyen bir melekmişçesine olanca ciddiyetleriyle biletimize bakıp bir kraliyet mensubuna yol gösterircesine naziktiler hep. Yüzüncü kez gitmiş olsak da hangi sıranın nerede olduğunu bilemediğiniz salonlarda, tak diye, elleriyle koymuş gibi buldular yerimizi. Film başlamak üzereyken nefes nefese girmiş olsak da salona, yolumuzu ışıklandırıp sağ salim oturtmayı başardılar o büyülü koltuğa…

Sinemayı  saygıdeğer bir sanat yapan biraz da onların bu nezaketi, işlerine verdikleri önem, saygı ve güler yüzleri değil midir? Perdeye yansıtılmış bilmem kaç kopyadan biri de olsa izlediğimiz, o ürünün bir sanat eseri olarak saygıyı hak ettiğini, onların seyirciye olan saygısından da öğrenmedik mi biraz?

Belki adını bilmediğiniz ama yüzünü  hatırlayacağınız o emektar sinema adamlarından biriyle tanıştırayım sizi… Murat Aldemir… Tam 55 yıldır sinema emekçisi… Mesleğe 10 yaşında Alaska Frigo satarak başlamış…  İstanbul Film Festivalinin başladığı günden bu yana her festivalde de  fiilen çalışmış. Sadece 2 sene hariç… Neden diye soruyorum… “Emek sinemasında çalışıyordum. Yıkılma kararı alındıktan sonra işi bıraktım. Görmek istemedim sonunu” diyor. 2 Yıl evde oturmuş oturmasına ama duramamış tabii. Beyoğlu sinemasına davet etmişler, o da dayanamamış gelmiş yine… 55 yıldır yaptığı işi yapmaya devam ediyor. Kah yer gösteriyor. Kah temizlik yapıyor. Kah güvenliği sağlıyor. Bir anlamda sinemanın her şeyi…  Biraz çekinerek soruyorum, ne kazanıyorsunuz?… “Asgari ücret”, diyor. “5-6 yıl öncesine kadar o da yoktu. Sadece sigorta primi ve vergi karşılığı çalışırdık. Geçimimizi bahşişten sağlardık.”  Bahşiş mi, diyorum.  Bahşiş vermek konusunda pek de öyle cömert olmadığımızı düşündüğümden. “Evet bahşiş”, diyor. “2 Çocuk okuttum o bahşişlerle”.


“ Evvelce Emek'te 1200 kişilik salonda 18 kişi çalışıyorduk. Şimdi İstanbul’da 5 kişi kaldık”, diyor. Devamı gelmiyormuş peşlerinden. Aa nasıl olur, diyorum. AVM’lerde onca sinema var… “Onlar sinema değil ki” diyor. “Ben onları sinema gibi görmüyorum”. Düşününce ben de hak veriyorum. AVM’nin eğlence unsurları olmaktan öte bir manaları var gibi gelmiyor bana da…  “O sinemalarda gişe filmi oynar diyor, sanat filmi oynamaz. Etkinliklere katılmazlar. Salonları konforludur ama ruhları yoktur." Emek gibi Beyoğlu, Atlas, Rexx ve birkaç diğer geleneksel sinema da kapanınca AVM’lere hapsolacak tüm sinema keyfimiz.  “Zaten” diyor, “sevmeden yapılmaz bu iş, biz yalnızca kendi salonumuzdakileri değil, gösterime giren tüm filmleri izleriz. Girdiği gün ilk seansı ekipçe birlikte izleriz“. Tüm filmleri izlediniz mi, diyorum, evet, diyor, “gösterime giren tüm filmleri izledim.” Peki , en sevdikleriniz hangileriydi?, diye soruyorum.  Favorileri de eskiler… Rüzgar gibi geçti, Ölü Ozanlar Derneği, Grace, Batı Yakasının Hikayesi, 7 Kardeşe 7 gelin en sevdiği filmler…
Sinemayı bu kadar seviyorsunuz, televizyonla aranız nasıl,”Çok az izlerim” diyor. Ama sinemayı çökertenin televizyon değil internet olduğunu söylüyor.  “Korsan filmlere karşı önlem almak imkansız” diyor. “Sinemaya 6-8 parça halinde gelir filmler ama biz daha gösterime girmeden sokağa düşer, hem de altyazılı olarak. Nasıl başarıyorlar bilmiyorum… Ama “ diyor “müşteri de haklı, 10-15 TL verse 4 kişilik aile 50 TL sinemaya gidecek. 3 TL’ye alıp izleyene kızamıyor insan.


Eski sinema seyircisi ile yenisi arasında fark var mı?, diyorum. “Olmaz mı”, diyor. “Bir kere daha yaşlı idi eskiden izleyici. Şimdi belli bir yaşın üstündekiler gelmiyor salona. Ayakları kesildi.  “ Politikacılar, devlet erkanı filan gelmiyor mu, diyorum, “Yok “diyor. “10 yıldan fazladır ne bir politikacı gördüm ne bir vali.. Oysa çok eskiden  kaymakamlar, emniyet müdürleri, başhekimler gelirdi hep. Yer gösterdiğim insanların teşekkür etmek için şık hediyeler aldığı zamanlar da oldu.” Şaşırıyorum….

Festival biletlerini de sizden alırdık eskiden, diyorum."Evet", diyor,"AKM kapanmadan önce festival biletlerinin tamamını arkadaşlarımızla bizler hazırlar, sahiplerine AKM’deki gişelerde zarflara konulmuş bir biçimde teslim ederdik." Nasıl yani, diyorum. 16 gün boyunca 5 seanstan ortalama 1000 kişinin rezervasyonunu elleriyle yaparlarmış. İnanamıyorum…

Sonra bana makine dairesinin yeni halini gösteriyor. Artık 35 milimetre film kalmamış pek, festivalde dahi…  Filmlerin çoğu elektronik sistemde gösteriliyor. Sonra emektar arkadaşı Erkan Kardan’la birlikte poz veriyorlar bana… Bekleriz, diyorlar… Festivaller sürdükçe biz buradayız. Sinemaları öksüz bırakmayın.

Bu güzel insanlara bunca yıldır sinemaya verdikleri emekler için teşekkür ediyorum.  Sinemanın saygıdeğer bir sanat olması için, güzel anılarımızda yer bulması için ve İstanbul’a her yıl çiçeklerle birlikte baharı getirdikleri için…

Lerzan Özder, 07.04.2015, Beyoğlu Sineması, İstanbul

 34. İstanbul Film Festivali resmi bağlantısı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Fikirlerinizle katkıda bulunmak ister misiniz? Doğrudan buraya yazabilir, veya yazarın kendisine lerzanozder@gmail.com adresinden ulaşabilirsiniz. Yeni yayın eklendiğinde haberdar olmak isterseniz google+ ikonunu tıklamanız yeterlidir.